28 Mayıs 2012 Pazartesi

87

dünyaya gelmiş davetsiz bir misafir gibi hissediyorum kendimi. kimse kalk git de demiyor.

86

söyleyeceklerim bitti belki de. peki ya sustuklarım, susacaklarım. ki bilirim onlar hiç bitmez. bitmez misiniz? bitmezsiniz!

27 Mart 2012 Salı

85

biriktirmek,
günü geldiğinde bozdurup harcamayı gerektiriyor sanırım.

84

bir mızıka almaya karar verdim. neden mızıka?

bence bunu Abidin' e sorun.

10 Mart 2012 Cumartesi

83

yazdığım şiirlerin beni haksız çıkartması ne kadar dramatik.

26 Şubat 2012 Pazar

82

önemli bilgilendirme!

tanrı insanı cehennemle tehdit etti.

ancak bir gün yarattığı bu dünyanın ve insanların birer cehenneme dönüşeceğinden habersizdi.

81

çıplaklık bir kusur ya da yanlış değil ruhun gereğidir Abidin.

fi*

yüzünün en güzel yerinden sabıkalıydın
yüzünü göğsümde söndürmüştün
canım yanmıştı

ol! oldur!
bir gece birdenbire uğra
bütün reçetelerin sahte olduğunu hatırlayarak

kadehlerde başka izler de kalır
izler sarkar başka zamanlara

gelirsen
beni öp ve intihar süsü ver dudaklarıma

s.pelitli

25 Şubat 2012 Cumartesi

80

ölülerime iyi geliyor seni uzun uzun seyretmek!

79

bu gün kaç kere aklına geldiysem
geceden o kadar çıkart beni
alacak verecek kalmasın Sevgilim

24 Şubat 2012 Cuma

78

aklım bu gece başka bir yatakta uyusun, ben başka bir yatakta. yoksa yastığın kumaşı çok kırışacak Abidin.

22 Şubat 2012 Çarşamba

77

bir gece ansızın uyandığınızda aklınızı esir alan o flu silüet Lemuria'ya aittir! hatta teninizdeki adsız ve serin ürperti de onun soluğundan başka ne olabilir ki?

en azından benim için bu böyle.

ama Lemuria bundan habersizce, o eşsiz ve tarihsiz uykusundadır. ve biliyorum onu ancak kelimeler ayaklandırabilir.

kelimeler, kelimeler...

21 Şubat 2012 Salı

76

Lemuria'nın Türkçe'de bir anlamı var mı bilemem ama bende "özel" bir isim olduğu gerçekliğini bilmek gerekir.

"Lemuria, rise"!!!

17 Şubat 2012 Cuma

74

birsen tezer - balıkesir..

günün şarkısı oldu.

73

kim olduğunu unutacak kadar çok şey yaşamalı insan. ama çok yaşaması taraftarı değilim. çünkü, bir vakit sonra her şey bir tekrara bürünüp sıkıcı olabiliyor.

sıkıcı bir hayatı yaşarken biliyorum sizler de karıştırıyorsunuz neyin ne olduğunu. duyguları tanımlamaktan tutun da, söylenenlerin ne anlama geldiğine kadar her şey ama her şey düğüm düğüm oluyor. hal böyle olunca insan kavramlar da bir şekilde değişiyor ya da kavram karmaşası dediğimiz o şey kontrol edilemez boyutlara sıçrıyor.

ah keşke bir aklım olsaydı...,

yani Sevgili Aklım seni çok özledik. bizi terk ettiğin günden bu yana bir şeylerin tadını almak kolaylaşsa da kalıcı kılmak konusunda zorluklar çekiyoruz. buna da alıştık. ki daha nelere alışacağız yaşarken.

geçen gün demiş olduğum gibi: "beden ruhun kuklasıdır"! ben düşünüldüğünde bu yargıyı tastamam kabul ediyorum. ruhuyla, aklının alması gereken kararlar arasında sıkışan biri olmadığım için kendimi iyi de hissediyorum. insanı ya da insanlığı nihai özgürlüğe taşıyacak şeyin de ruhu olduğuna inanıyorum. çünkü insanın aklı gereksiz bir ton veriyle doldurulmuştur. oysa ruhu insanı kendisine yakınlaştırır ve güzelleştirir.

bugün bu kadarlık yeter. çok yazmak bende kalp çarpıntısı yapıyor sanırım. bugün ölmemeliyim bunu biliyorum. ölmek konusunda yarın içinde bir şey diyemem. bir gün, hangi gün bilmiyorum ama işte o zaman...

72

beni en çok öldüren özleyenlerim oldu. ve bu beni her seferinde yaşamak için daha bir kırbaçladı.

özlemin bir suç aleti olarak kullanılmasının ardından, yasal ve yasadışı bazı girişimlerde bulunduğumu inkar edemem. bunu yapma sebebim taktik ve tarzınızı geliştirmenizi sağlamak ve yaratıcılığınızı zenginleştirmeniz içindi.

şimdi yalnızım. ki herkes yalnızmış! kimin neden ve ne kadar yalnız olduğunu bilemem fakat kendi yalnızlığımdan hiç şikayetçi değilim, bugüne kadar da olmadım. kendi başımın çaresine bakacak kadar büyüdüm sanırım. "büyüdün ya" diyor Abidin. Abidin benim hakkımda her bir boku bilir ve yerli yersiz konuşur. Benim alıştığım gibi sizlerin de O'na alışması gerekecek. ya da iplemeyin olup bitsin. bir zamanlar ben de öyle yapmıştım ama umursamamayı başaramadım.

Rajaz dinliyorum. sakin bir iş günü. masamda işlenmiş cinayetlerin çetelesini tutabilirim istesem. ama bunu şu an yapmak yerine yazmayı yeğliyorum. yazarsam diyorum, yazarsak belki de deşifre edilebilir bazı sonuçlar ve nedenleri. ki biraz daha derin bir nefes alabiliriz. yazalım, yazalım da nereye kadar.

havalardan bahsetmem abes olur biliyorum. yazmak içinde yazılmaz hani.insan yazdığında anlatacak bir şeyleri olmalı diye düşünüyorum. bir derinliği, bir bakış açısı olması dediklerinin. her şeyin olur olmaz yazılması çevre kirliliği yaratacağı gibi zaman zamanda bu bir gürültü olarak nitelendirilebilir bazıları tarafından.

neymiş Abidin Paşa, anlatacak bir şeyin yoksa, oturup susacakmışsın.

sus o zaman, sus ki duyulsun bekleyişinin fısıltıları.

71

her gün biraz daha derinleşip kararan bir kuyudur aklım
her gün biraz daha eksilir mavi
her gün biraz daha
her gün biraz
her gün
her
hep
ve hiçleşerek

15 Şubat 2012 Çarşamba

70

beden ruhun kuklasıdır Abidin!!!

14 Şubat 2012 Salı

69

bugün çok yazasım var Abidin sanırım bugün bir başka yalnızım, bu gün fena yalnızız.

68

sorulardan bir kolye yaptığın günlerde şunu kendine hiç sordun mu Marla? hayat ve insanlar gitgide hırçınlaşırken kim ya da hangimiz masum kalabilirdik?

masumiyet denen maskenin insanların yüzlerine oturduğunu ve onlara epey yakıştığının farkındayım uzun zamandır. fakat herkes bu kadar masumsa hayatın bu halde oluşunu nasıl açıklayabiliriz. ya da şu an yaşadığımız ayrılığı...

birkaç gündür aklıma takılıyordu ve sormak istedim. sen de düşün isterim.

evet son günlerde Lemuria'yı dinler oldum, çok sık dinler oldum. ki bu senin hırçınlığını bir kat daha artırıyor biliyorum, bilmekten de öte hissediyorum. çünkü dudaklarıma yakışan başka bir adı mırıldanmama katlanamazsın sen. ayrı da olsak uzak da düşsek bu kıskançlığın hiçbir gün azalmamış ve törpülenememiştir.

ama şunu unutma, biz birbirimizin olamayacak kadar benzeşiyoruz seninle. bizim ayrılığımızın tek nedeni bu bile olabilir. ki bunu sana defalarca söylemişliğim vardır. ki her seferinde karşı çıkıp, isyan etmişsindir. anlamaya çalışmak yerine, ayrışmaya çalışmayı seçtin ve şimdi...

evet şimdi Lemuria zamanı.

67

bazı nedenlerden dolayı sakat ya da yalnız bırakılmış, geçmişte paylaşımlarımız olan tüm sevgililerin gününü kutlarım.

sabah kulaklıklarımı takmış, şarkılarımı dileyip yürürken böyle ince bir kutlama yapma gereği duydum nedense. bir cümleyle de olsa geçmişi ve geçmiştekileri anmak bir nevi borç olsa gerek. neyse...

ki aşkla ilgili söyleyebileceğim tek cümle şu olsa gerek:

aşk, bir orta saha mücadelesidir gelinen aşamada.

sizin de Sevgililer Gününüz kutlu olsun sayın arsız fareler evreni halkı.

13 Şubat 2012 Pazartesi

66

anlaşılmaz bir yerdesin ya da bir yerin anlaşılmazlığında.

oysa bakıp gören bu gözler anlamak için yoruldu bu güne kadar. görmek istedi. görmek ve bir değer biçmeksizin küçücük bir anlamla örtüştürmek sana dair olanları. o küçücük anlamları birer tuğla misali dizmek ve bir kale inşa etmek.

bilemezdim ördüğüm duvarların bir gün üzerime yıkılacağını Marla.

şimdi çocuksu küslüğünün kurbanlarıyız.

11 Şubat 2012 Cumartesi

65

göç vaktinin geldiğini haykırıyor saat tik-takları
şimdi biraz soyunmam gerek kendimden
bir düşün kanatlarına tutunup
yeryüzüne gökyüzünden bakmalıyım
ve bir şehir çizmeliyim aklımda kalmış kırıntılarıyla

yeryüzüne gökyüzünden bakmalıyım

64

...
içinize dökülen gök tenhaysa seyrelmez yalnızlık

çekiştirip durduğunuz kalbimdir
her fırsatta kapıcıkları tekmelenen
ve tekrar tekrar kurşunlanan
berbat nişancılarsınız ve ruhsatsız elleriniz

...

s.pelitli

("kayıtsızlıklar müsameresi" adlı şiirden bir bölüm)

9 Şubat 2012 Perşembe

63

Lemuria
Lemuria
Lemuria

ki biliyorum hepiniz için anlamsız görünüyor. kim bilir belki merak edenleriniz araştıracak ve ne olduğu konusunda bir fikir edinecek. ama ben daha çok edineceğiniz fikirlerden öte dinlemenizi öneririm.

şarkıları bu yüzden seviyorum Marla. çünkü şarkılar beni esir aldığında, ruhumun sonsuz bir özgürlüğe doğru yol aldığını hissediyorum.

lacivert sulardayım. hiç bilmediğim kıyılara doğru aktığımı düşün Marla. çünkü beni yeniden kendime getirecek tek şey özgürlüğüm olacak, olacaktır. ki özgürlüğümün o derinleşen anlamlarıyla seni daha çok düşleyecek ve sonsuza taşıyabileceğim. yoksa ne anlamı kalır aşkın, aşkla yaşamanın. bunu anlamanı isterdim, bunu anlamanı ve etinin yalnızlıkla ürperip üşüdüğü gecelerde, her şeye rağmen marşlar söylemeni. söylediğin o marşların gökyüzümde yankılanmasını.

evet Marla, belki de sadece "Lemuria" yı dinleyip, uslanmak yerine hırçınlaşman gerekiyor. unutma,

masumiyet bu çağda kocaman bir palavradır.

8 Şubat 2012 Çarşamba

62

...

duvara çivili ve erimeye yüz tutmuş birkaç resim
kıçı başı belli olmayan dağılmış bir büst
ve ölümcül üçleme, …
daktilonun başındaki yarı çıplak gerçeklik
o ki şeytanın huzuruna selamsız giren cesur bir büyücü
fakat içi dışı yara
içi dışı onlarca yüzlerce binlerce darbeyle çürüğe çıkmış
kırık dökük iskeleti aşka

...

s.pelitli

("kara kartpostal" adlı şiirden bir bölüm)

7 Şubat 2012 Salı

61

dilsizliğin
kulakları sağır eden
senfonisi

anlayacağın bu geceyi de sessizlik esir almış
ve biz kimsesizsek
her kimsek
kapılarımız ardına kadar açıktır Abidin.

5 Şubat 2012 Pazar

60

giden, güzel anılmayı umut edendir. çünkü kalmak eksilmek ve kimi zaman kalmak kirlenmektir.

31 Ocak 2012 Salı

059

alkolün uyuşturduğu bir zaman tünelinde
içmek için tonla sebep dururken hazırda
kelebeklerin kaderine kederlenip içiyorduk
dursak küfürlenecekti dilimiz

rüzgârın mor uğultuları dalgalanırken kıyılarımıza
karanlıktı civar bütün pencereler
tek bir yaşam belirtisi görsek vazgeçecektik hüzne tırmanmaktan
bakmayı öğretiyordu sessizlik, baktık

baktık ve daraldı aramızdaki mesafe, kimsesiz bir boşluk
tam şurası
adı yok
konulur elbet
sebepsiz sanılsa da bazı konukluklar

küçücük bir tereddüt bile zaman kaybıydı ve biz
kırılmış şeylere yakışırdık oldum olası, yakıştık
gidilen ve gelinen yolların kokusu sinmiş aklımızla
göze aldık umutlanmayı

kara kirpiklerin diklenince işaret eder gibi yolları
aklından geçen şehirleri yağmaladım,
çünkü gitme

kanımızla yazdık soluğumuzla sildik acıyı
sonra bir şarkıya tutunduk ve ağladık

( ne bir tarih düşmüşüm ne de bir isim verebilmişim. notlarımın arasında öylece kalmış. artık burada durmasında bir sakınca yok gibime geldi ve "arsız fareler evreni"ne düşülmüş bir not olarak yaşamına devam edecek bu şiir.)

28 Ocak 2012 Cumartesi

058

şizofreninin yalnızlığa iyi geldiğini düşünüyorum. yaratıcılıktaki payı da gözden kaçmamalı bence.

26 Ocak 2012 Perşembe

057

...

yırtılsa diyorum, kimse geçmese gecenin koridorlarından
yağmur zamanında başlasa
yağmur sadece senin saçlarına başlasa
hüzün, esmer bir dua dudaklarımda okudukça azaldığım
ama azalıyorsak kendimizde
ve işkence uzuyorsa bahar yakındır sanıyorum, sanıyorum
...

(kuşku notları II' den bir bölüm)

24 Ocak 2012 Salı

056

Bir kez daha üzgünüm ama daha önce hiç üzülmemişçesine, daha öncekilerden beter mi beter. Bağışla uykularını seçemiyor insan.
Rüyamda seni gördüğüm o an’a öylesine kaptırmış ve inandırmışım ki kendimi sanki uyandığımda da yanımda olacağını düşünmüştüm. Sarsılarak uyandım. Saatin kaç olduğundan haberim dahi yoktu. Saatlerimiz Rıfkı’nın hazin ve korkunç yaratıcı intiharından sonra hastane yönetimi tarafından toplatılmıştı.
Zifiri bir sessizlik hakim koğuşta ve ben hangi yana, nereye bakacağımı bilmeksizin gözden geçiriyorum ortalığı. Buralarda bir yerdesin sanki ve bir an çıkıp, boynuma atlayıp sarılacaksın diye geçiriyorum içimden, aldanıyorum. Gerçekten rüyadaymışız, gerçeğe çok yakın bir rüyada. Neden uyanmıştım, rüyamda orada öylece seninle kalsaydım ya. Günlerce uyusaydım. Sen gidene kadar aralıksız ve soluksuz kalarak uysaydım sana. Ama artık çok geç, gecenin tenha avlusunda kendi us kuyuları tarafından kandırılmış biriyim. Bir zavallı. Bilirsin çabuk kanarım ben. Bağışla Sevgili, seni orada başkalarının uykularında yalnız bırakıp uyandığım için.

Rıfkı saat kaç gözüm?

Zaman insan için tehdit olduğunda bir kol saati ansızın bir suç aletine, bir delile dönüşebilir. Ayrıntılara girmek istemiyorum, az çok hepiniz Rıfkı’nın son dakikalarını tahmin edebilirsiniz sanırım.
İyi geceler dünya.
(.) nokta

055

Bir yere alışmak, o yerin suyunu içmekle başlar.

Bu cümleyle uyandım. Gördüğüm rüyaları hatırlamıyorken, bu cümlenin belirgince aklımın labirentlerinde bir çıkış yol arıyor olmasına şaşarak uyandım. Bir ağrı gibi, nedensiz bir ağrı gibi çınlıyordu kulaklarımda. Oysa hiçbir ağrı nedensiz değildir durup dinlediğinde.
Şimdi siz ne zamandır burada olduğumu merak ediyor olabilirsiniz. Çok doğal bir merak bu. Ama merakınızı giderecek tatmin edici bir cevabım olmayacak. Her ne kadar günlüğe tarih atıyor olsam da, burada geçen zamanı hesap etmek istemiyorum. Geçici olarak buralardayım. Bir gün yeniden aranıza karışacak ve yine bir kriz sonrası beni apar topar buraya kapatacaklar ya da buraya kapatılmayı ben isteyeceğim.
Düşündüğümde, burada kalmakla dışarıda olmak arasında çok ciddi bir fark yok benim açımdan. Ancak dışarıda olmayı özlüyorum ama dışarıda geçirdiğim günlerde burayı özlediğimi hiç hatırlamıyorum.
Hayatın içinde olmak! İnanın burada da bir hayat var. İnsan nerede olursa olsun hayatın içindedir. Aslolan yaşamak değil midir? Bu yüzden hayatın içinde olmak yerine dışarıda olmak demenin doğru bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum.
Sıradan bir gün yine. Herkes haplanmış ve dingin. Bahçede bana tahsis edildiğinden adım kadar emin olduğum banktan izliyorum halkımı. Hepsi kendi halinde bir şeyle uğraşıyor. Yürüyenler, kendilerine gömülüp gökyüzünü izleyenler, okuyanlar, birbiriyle sohbet edenler, dama oynayanlar. Ya ben, …
Kendi sonsuz yalnızlığıma çekilmiş susarak yeni bir alfabenin inşası içindeyim. Konuşmanın bile bir süre sonra insanı kirlettiğini düşünüyorum (bazen). Kendimizi birilerine anlatma telaşının bizi yeni oyunlara sürüklediğini iddia ediyorum. Sanki herkes bizim gibi düşünmeli ya da hissetmeli. Düşüncelerimizi veya duygularımızı başkalarıyla paylaşmak yerine, onları karşımızdaki insanlar üzerinde bir baskı aracı olarak kullanıyoruz çoğu zaman. Dönem dönem kendisine bile katlanamayanlar, kendilerine benzer yaratıklar yaratma çabasını neden güderler ki? Yine çenem düşütü, yine…
Bu günlük bu kadar. Gece bir şeyler yazasım gelirse yine uğrarım.
(.) nokta

054

Sessiz bir gündü. Herkes kendi ‘normalini’ yaşadı bu gün. Normal?
Sakin bir gece, sanki bütün her yer, herkes uyuyor. Uzakta birkaç ışık var sadece. Burası hayatın çok dışında kalan, dört blok ve on iki koğuştan oluşan uzayın en ücra köşesine kurulmuş bir galaksi. Dünyaya seslensek kimseye bir şey duyuramayız, duyursak da çok önemsenmez. Önemsense bile sanırım bizler bunu anlayamayız. Anlasak da çok bir şey değişmez.
Şimdi belki de siz, bu satırları okuyan sizler benim deli olup olmadığımı düşünüyorsunuz. Ya da akıllı olup olmadığımı. Ne fark eder ki? Neresinden bakarsanız bakın, hangi soruyu denerseniz deneyin kırıcı olabilir. Okumaya devam edin benim ‘ne’ olduğumu düşünmeksizin. Ama bir delinin ‘akıl dolu’ daha doğrusu mantıklı şu satırlarını okurken sakın kendinizle ilgili sorular sormayın ve aklınızdan şüphe etmeyin. Çünkü bu korkunç komik olabilir. Neyse geceye dönelim. Zaten çok fazla da kalmayı düşünmüyorum aranızda. İşlerim var.
Evet işlerim var. Başucumda duran minik tabletimi yarım bardak suyla içip, çoraplarımı çıkartacak, katlayarak yastığımın altına koyacağım. Sonrasında terliklerimi düzgünce yatağın ortasına hizalayacağım. Çünkü böylelikle sabah bulması kolay oluyor. Sonra da battaniyemi üzerime çekip, “ayağını yorganına göre uzat” deyişini mırıldanarak kendime bir uyku aranacağım. En zoru da bu aslına bakarsanız. Her gece kuralına uygun bir uyku bulup rahatça uyumak. Bu beni çok yoruyor. Yastığa başımı koyduğumda olası göreceğim rüyaları düşünürken bitkin düşmek. Ama bilirsiniz rüyalarımızı seçmemiz mümkün değil. Ne çıkarsa bahtına gibi bir durum bu.
Az kalsın unutuyordum. Bu gün Sab(r)i bir şiirini bitirmiş. Akşam yemeğinden sonra yemekhanede okudu. Onu da paylaşayım sizinle. Sab(r)i’ den daha sonra bahsederim size.
(.) nokta



şey

şey’e

biz bir şeyiz
belki lüzumundan fazla

evet biz bir şeyiz
bütün o anlamsız gürültülü şeylerin arasında
avuçlanacak bir şey işte, ...

ellerimiz mesela bir şey
gözlerimiz birbirine değdiğinde başka bir şey
dudaklarımız, en çok da dudaklarımız, …

biz bir şey’sek ki bir şeyiz
o şey içinde olanca şey' leşelim.

sab®i

053

Hüznü bahçeye yakın boyası dökük gri duvara yaslanmış gürül gürül ağlıyordu. Onu onca ay sonra ilk kez böyle görüyordum. Abartmıyorum hiç, çömeldiği yerde minik minik gözyaşı gölleri oluşmuştu. Hıçkırığında panik ve korku yankılanıyordu. Birkaç hasta bakıcı Hüznü’ nün üzerine eğilmiş bir şeyler anlatarak onu sakinleştirmeye çalışıyordu.
Buralar hep böyledir aslında. Her gün buna benzer olaylar yaşanır, içimizden biri kendisini kaybeder ortalığı savaş alanına çevirir. Ama Hüznü iki koğuşun bulunduğu bu bloktaki en sessiz arkadaştı. Arkadaştı…
Akıl sağlığını ya da en basit deyimiyle aklını yitirmiş bu insanların arasındaki ilişki nasıl oluyor da arkadaşlık olarak niteleniyor. Kusura bakmayın bu benim akılsızlığım oldu. Unutmayın ben de onlardan biriyim.
Hüznü’ nün hıçkırıkları biraz da olsa dinmiş gibiydi. İçini çeke çeke bir şeyler demeye çalışıyordu. Fakat bahçenin diğer kıyısında, güneşin tadını çıkartmaya çalışan bizlere yani diğerlerine, söyledikleri net olarak ulaşmıyordu. Anlamıyorduk, anlayamıyorduk.
Bir bakıcı diğer bakıcıların el kol işaretleri üzerine koşarak içeri girdi ve kısa bir süre sonra yeniden olay yerine dönerek Hüznü nün eline bir şeyler tutuşturdu.
Yavaşça oturduğum yerden doğruldum ve olay yerine doğru adımlamaya başladım. Hasta bakıcılardan biri gerekli mesafeyi aşmamam için bana doğru yönelerek seslendi. Durdum. Birkaç metre ötelerindeydim ve artık Hüznü’ yü rahatça duyuyordum.
Hüznü “kaybettim, düşürdüm, ben hapı yuttum” diyordu sadece. Ve bunu öylesine hızlı tekrarlıyordu ki ister istemez hayati bir sorun olduğunu düşünüyordunuz. Düşünüyordunuz! Kısa bir süre sonra bakıcıların yardımıyla Hüznü iyice sakinleşmiş ve rahatlamıştı. Koca bir şişe suyu birkaç saniyede oturduğu yerde bitirdi. Ayakları üzerinde bizlere doğru dönerek güçlükle dikeldi, işaret ve başparmağı arasına sıkıştırdığı pembemsi küçük ilacını bir kupa gibi havaya kaldırdı.
(.) nokta



not: bazı karalamaları da bu bloguma taşımayı düşündüğümden birkaç yazıyı buraya düşüyorum.

23 Ocak 2012 Pazartesi

052

dediğim gibi yaptım ve iş çıkışı gidip bahsettiğim türden bir yüzük aldım. sol elimin baş parmağına taktım.

ve hiç tereddüt etmeden adını "Marla" koydum.

Marla, karmakarışık bir yazgının kaosa doğru sürüklenmiş hali. gerçeğe dönüşme olasılığına sahip bir düş. yakın ve bir o kadar uzak.

şarkılar dinleyeceğim bu gece ya da çoğu zaman olduğu gibi tek bir şarkıda sabitlenecek ruhum.. aralıksız "rajaz'ı" dinleyeceğim. ta ki sen duyana kadar, duyup da kımıldayana kadar. nerede olduğunu düşüneceğim, nerede ve ne halde. düşünürken sen kokan bir kuyuya düşecek aklım. gökyüzüne çıkışı olmayan bir kuyuya. seninle ilgili sorular, seninle ilgili düşünceler ve düşler bir de ben olacağım orada. bir cevap bulana kadar yere eğik başımı kaldırmayacağım.

evet Marla,

"öp ya da öldür" de demiştim:

...

ölmeye bağırıyorum cansız kelimelerle
sağır kalabalıklar, duyulmuyor
hayat bu noktada seni terk ediyorum...

yine öyle bir gece. evet Marla, başka bir tercih yok. adın ki zaten bir ustura gibi bileklerimde turluyor. biliyorum yeri değil ama ne zaman bir yerim kanasa dudakların aklıma geliyor. kırmızı, kıpkırmızı dudakların. bana kin besleyen ve öfkesinden hiç vazgeçmeyen dudakların. ama öfke dediğinde aşkın bir uzantısı. bunu böyle anlamaya ve görmeye çalış.

çok uzayacak bu metin. ama benim her şeyi bir gecede anlatmak gibi bir niyetim yok. her şeyi bir gecede yazmam ne kadar olası ki? onca yıl seni bekleyen ben kalkıp bir gecede seni nasıl yazabilirim?

dediğim gibi yaptım ve iş çıkışı gidip bahsettiğim türden bir yüzük aldım. sol elimin baş parmağına taktım.

ve hiç tereddüt etmeden adını "Marla" koydum.

sadece bunu bil şimdilik.

22 Ocak 2012 Pazar

051

üzgünüm kimse sabahı beklemeyecek, üzgünüm Marla bile.

o zaman uyumanın yollarını aramak gerek. uykuya giden ince bir koridor bulunup sonuna kadar yürünmeli. yoksa bu gece beni sabaha taşımayacak.

evet ağırım biraz. aklımın kıvrımlarında çelikten hatıralar. karşımdaki duvara, aynanın önünde unuttuğun rujla yüzünü çizecek kadar yakınım sana. fakat soru şu ki: kırmızı bir rujla esmer tenini ve kara saçlarını nasıl resmedebilirim? yani anlayacağın renkleri hâlâ önemsiyorum.

renklere karşı olan hassasiyetimi bir kenara bırakıp, yüzünü duvara işlemek adına harekete geçtiğim o an önce sana bir yüz bulmamız gerektiğini düşünüyorum. bir yüz!

kirpikler, kaşlar, gözler, bir burun, bir çift kulak ve dudaklar. ve tüm bunların bir araya geldiğinde oluşacak bir ifade biçimi.ifadesiz bir yüz boş sokaklardan bile anlamsız gelir çünkü bana.

sanırım geceyi katlanılmaz kılan iki şey vardır. birincisi, sigarasız kalmak. ikincisi ise nerede olursa olsun düşünecek ya da düşleyecek birilerinin bulunmaması. yokluk ne zor şey Marla. evet biliyorum hatırlıyorsun, "yalnızlık da bir yoksulluktur" dediğim o sefil anı. kelimelerin hayatımdaki yerini ve etkilerini.

sensiz yaşayabileceğimi düşünmüştüm oysa, çünkü kelimeler vardı. onlarla kurulabilecek cümleler ve şiirler. sonra belki de çok sonra fark ettim. kelimeler birer yansımadan başka bir şey değildi. kımıltısızca uzayan şu gece, perdenin rüzgâra küslüğü saçlarının kokusunun anımsattığından eminim. rüzgârı tanımasam, saçlarını hiç görmemiş, saçlarına hiç dokunmamış olsam aslında her şey burada olduğu gibi bırakılabilir ve uykuya giden bir yol kolaylıkla bulunabilir. olmuyor işte. tam bir yol bulduğumu düşündüğüm o an seni anımsatan bir başka şeyle açıyorum gözlerimi. sonra bir sigara daha, sonra bir tane daha derken...

olacak gibi değil, en iyisi bir şiire oturmak sanırım. ve şarkılar eşliğinde kelimelerin beni becermesini, kapandığını düşündüğüm bütün yaralarımdan sıcacık kanımı sonuna kadar sağana dek sabaha yakınlaşmak. yani şimdi, şu an kelimelere emanet aklım.

unutma âşıktık ve şimdi yalnızsak bundan da utanma.

- sakar

usulca bıraktım yüreğimi masaya
üzerine döktü

ocak/2006

s.pelitli

050

şimdi adını bağırsam sen dahil kimse karşılamaz sesimi
bir yanımda sirenler
bir yanımda davetliler listesi ve ölüm haberleriyle kapanır karanlık perde

18 Ocak 2012 Çarşamba

049

hiçbir iddiamız kalmamışsa birbirimize dair, bu karanlıkta sevişmenin de bir anlamı yok.

düşmüşüz, belki de düşürülmüş.

inat etme, hadi yak ışıkları sabaha kadar oyalanacak başka şeyler keşfedelim.

en azından bu gece kırmayalım birbirimizi.

17 Ocak 2012 Salı

048

insan, kendi içinde karşıdan karşıya geçebilmeli.

1 Ocak 2012 Pazar

047

belki her şey daha çabuk eskir artık.