31 Aralık 2011 Cumartesi

046

birileri ölüyor her gün birileri
birileri yaşamak için savaş veriyor
kazananlar ve kaybedenler!
birileri her an biraz daha küsüyor hayata
birileri farklı zevklerin peşinde koşarken
birileri popüler olmak adına yırtınıyor
birileri kimliğini
birileri kişiliğini inkar ediyor
birileri yükselirken
birileri çakılıyor
birileri doğuyor!!! birileri olmak adına
birileri okuyor
birileri dinliyor
birileri izliyor
birileri yazıyor
birileri çalışıyor ofislerde
birileri tezgahlarda
birileri atölyelerde
birileri madenlerde
birileri dersliklerde
birileri ter ve sidik kokan yataklarda
birileri eşitlik adalet nedir diye soruyor içine
birileri hasta, hastaneler mezarlıkları andıryor
birileri sağlığıyla övünüyor hiç ölmeyecekmiş gibi
birileri okula gidiyor
birileri okuldan dönüyor
birileri sokaklarda yürüyor
birileri duruyor
birileri âşık
birileri ayrılıkta
birileri yalnız
birileri tanrıya el açarken
birileri bir isyanı düşlüyor intihar kokulu odalarda
birileri veda ediyor bir gece yarısı
birileri barışıyor yeni doğan günle
birileri aklını yitiriyor
birileri umudunu
birileri ruhunu
birileri birilerini yitiriyor
birileri yolculukta, gidiyor
birileri yolculukta, dönüyor
birileri özleniyor
birileri özetleniyor
birileri özgürleştiriyor yaşadığı her anı ve aşkı
birileri esir birilerinin dünyasında
birileri yalan
birileri gerçek
birileri çocuk
birileri genç
birileri yaşlı
birileri hikâyeleri kovalıyor kelimelerle
birileri geceleri bekliyor
birileri sabahı
birileri aç
birileri tok
birileri sevinçte
birileri yasta
birileri şarkı söylüyor
birileri şiir
birileri susuyor kalabalıkların arasında
birileri yıkıyor
birileri onarıyor
birileri uykuda
birileri doludizgin sevişiyor
birileri yeni oyunlar buluyor
birileri oyun dışı kalıyor
birileri dürüst
birileri sahtekar
birileri
biri
bir...

Ve şimdi biz, yani birileri usul usul 2012'ye giriş yapalım. Belki de Maya'lar haklıdır ki umarım haklıdırlar.

Her şeye rağmen nice yıllara arsız fareler evreni.

29 Aralık 2011 Perşembe

045

hayat, tercihlerin ve neye konsantre olduğunla ilgilidir.

28 Aralık 2011 Çarşamba

044

seni her öpüşüm tarihi bir açıklama olacak yeryüzüne!

26 Aralık 2011 Pazartesi

043

ağzımda gül kokusu
benimle konuş
su taşı dudaklarıma
ki sonsuz bir bahçeye dönüşsün
seni her özleyişim

20 Aralık 2011 Salı

042

tanrı beni terk etmeden önce de aşka inanırdım ben!

18 Aralık 2011 Pazar

041

ölüm insana sunulmuş ödüldür! çünkü bu cehennemden başka bir çıkış yoktur.

12 Aralık 2011 Pazartesi

040

beni üzerine ört
ve
uyu

11 Aralık 2011 Pazar

039

herkes gitti
sen girebilirsin!

8 Aralık 2011 Perşembe

038

ey tanrı
çöz bileklerimi
daha gecenin başındayım

6 Aralık 2011 Salı

037

ölümün ve sessizliğin kolları uzun, elleri büyüktür. nerede olursan ol tutup yakalar seni.

3 Aralık 2011 Cumartesi

036

aşkı ve aşkın uzantılarını akılla ilişkilendirmek, bir ritim bozukluğu yaratacaktır.

2 Aralık 2011 Cuma

035

güzel şeyler yalnızdır!

tekrar ediyorum.

güzel şeyler yalnızdır.
güzel şeyler.

26 Kasım 2011 Cumartesi

034

aklını yitirdiğin o denizlerde
bedenim etten bir gemi ve hafif pas tutmuş

033

dudaklarım ne zaman üşüse adını yanlış okuyorum!

25 Kasım 2011 Cuma

032

sen yalancısın çünkü hâlâ kelimelere güveniyorsun.

24 Kasım 2011 Perşembe

031

bu sessizliğe anlamlı bir önsöz yazılmalıydı.

21 Kasım 2011 Pazartesi

030

herkes uzaktır
yakın olan tek şey tanıyorum şu evrende
o da yalnızlığım!

17 Kasım 2011 Perşembe

029

dudağımda korkunç hayat teorileri
ağzım, kaskatı kesilmiş kelimeler mezarlığıdır
kendime tırmanıyorum aralıksız
: arsız acılar yokuşu
kim eksik yalnızlığımda
gözlerim kal terk etme benden evvel bu dramı

("kelimeler mezarlığı" adlı şiirden)

15 Kasım 2011 Salı

028

minicik bir kuşun, minik mi minik kanatları serinletir avuç içi kadar yüzünü.

14 Kasım 2011 Pazartesi

027

ne kadar kalın giyinirsen giyin, aşk insanı çıplak gösterir.

026

içim kelebek gibi
hafif ve uçarı

025

yaşanan bir ayrılığın ardında özlemek, yenilmek değildir Abidin. unutulmasın ve bu kayıtlara geçilsin.

13 Kasım 2011 Pazar

024

yalnızların kemirdiği et iyileşmezmiş
iyileşmedi

ateş: tuzak!
ay kendine ait askıdadır böylesi gecelerde
ve
iki kırık ayna tamamlamaz birbirini
iki kırık ayna

("kara kartpostal" adlı şiirden)

12 Kasım 2011 Cumartesi

023

kaç hayat kurtardıysam o kadar da öldürdüm kendimi
parmak uçlarımda tutuşan her şiir, uzak her şehir
bir suç aletidir bunu en iyi sen bilirsin
hatıralarımda biriktirdiğim ıslak jiletlerdir yani
bütün kitapların kıyısında duran suskun peygamber: Abidin

("kayıtsızlıklar müsameresi" adlı şiirden)

022

biraz daha rock alırız sen saçlarını bana doğru uzatırsın

birkaç Rapunzel çekeriz gecenin yasaklı adalarından

farklı boşluklar bulur sarkarız küçülür hayat biz eğildikçe

gerçek yanılır, yalanlanır kahramanlıklar

sonra sen gidersin başka bir şeye benzeterek adımlarını

("gecenin hiç şansı yok saçların karışıyor aklıma" adlı şiirden)

11 Kasım 2011 Cuma

021

Nasıl da uzuyor gece. Uzasın bakalım.

Ki ben de gece uzadıkça bir kaçınız gibi küçülüp, kısalıyorum sığmaya çalıştığım köşemde. Ya da nerden bileyim sığınıyorum bulduğum her kuytuya.

Aslında uzandığım yerden doğrulup yarım kalmış şiirlerimden birini adam edebilirim. Ama içimden gelmiyor yazmak. Kelimelerin beni sürükleyeceği yer şu an için korkutucu geliyor. Anlatmaktan da sıkılmış olabilirim.

Hepimiz biraz sıkılmış olabiliriz hayatımızdaki bazı alışkanlıklardan ve insanlardan. Hepimizin elindeki neşteri kullanma hakkı da vardır söz konusu sıkılganlıklar olduğunda. Ama lütfen neşteri bileğinize doğru değil, sıkıldığınız parçaya doğrultun. Ama günü geldiğinde kendinizden sıkılırsanız - ki bu kaçınılmazdır – buna dair diyebilecek bir sözüm yok.

İç karartıcı geliyor şu an düşündüğüm her şey. Yüzüme iyi gelecek bir şeyler bulabilsem hiç fena olmayacak. Ama geçmişe dalmak, geçmiş yaşanmışlıklardan iyi bir kare bulup düşünmek de bir şeyleri ya da birilerini özletecek. Kimseyi özleyecek halde değilim.

Hem kimi özlesem uçurum.

En iyisi birkaç bira içip uyumayı denemek. Müzik de dinlemek isterdim ama şarkıların anımsatacaklarıyla da uğraşamam şu gece. Sessizliğin içinde, gözlerimi duvara dikip öylece kalmak. Sızmak.

Hadi hep beraber…

3 ağustos gecesi… berbat bir sancıyı uyuşturmak için debelenirken.

020

"Dans etmek" zeki ve özgür insanların başarabileceği bir şeydir Lina. Sen sınıfta kaldın bugün.


019

bu gece ay ikimize yetecek kadar büyük
pencereni aç
aç kulaklarını
akıp gitmekte olan karanlığı
akıp gitmekte olan zamanın mırıldandığı şarkıları dinle
ben sesimi sulara bağışladım

018

aklımın bir karış havada olduğu günlerde
bütün ibreler dibe dayanmış hayatımın aşkı olduğunu gösteriyorlardı
şimdi
evet Asya tam da şimdi
hayatımın içinden çıkılmaz yalnızlığısın!

bu enkaz ve şimdiki ibreler sadece bunu anlatıyor.

10 Kasım 2011 Perşembe

017

söz ispat gerektirir bu yüzden kullanışsız ve geçersizdir.

9 Kasım 2011 Çarşamba

016

kanatlarını yanına almayı unutma Sevgili
birbirimizin göğünde uçalım bu gece
o yükseklikler ki duyularımızı açar

8 Kasım 2011 Salı

015

umut bir yaralanma biçimidir:
bakınız hayal kırıklıkları!

4 Kasım 2011 Cuma

014

bir şey olamıyorsak
ki olamıyoruz
vakit kaybetmemeli ve bir an önce birer hiç olmalıyız Asya.

28 Ekim 2011 Cuma

013

senin gemindi şu suların göğsüne saplanan
tam da bu sebepten
en son sen terk etmek zorundasın
üzgünüm ama bu böyledir hep

27 Ekim 2011 Perşembe

012

gün gelecek bütün acılarımız dinecek! ve göreceğiz ki ne kadar yalnızız. sonra acıyı özleyecek, aşka meyil edeceğiz yeniden ve hesapsızca.

ey hayat seviyorum seni bana yaşattığın her an için, tadılan her haz içinse sana teşekkür ederim.

25 Ekim 2011 Salı

011

bana söylediğin yalanları çoktan bağışladım. sıra senin kendine söylediğin yalanlara geldi. ama biliyorum bunları bağışlamak bir bedel gerektirecek ve biraz zaman alacak! her şeye rağmen deneyelim.

010

beni uslandır Asya! bana aklını giydir.

23 Ekim 2011 Pazar

009

benimle işlenecek günahlara yakışacaksın sandım

oysa her aşk

bir yanlış anlaşılmayla başlar ayrılık düşünüldüğünde

22 Ekim 2011 Cumartesi

008

Ben ayrıntıları sever ve her ayrıntının birer sebep olduğunu düşünürüm. Sen, ayrıntıları bir yorgunluk olarak görürsün.

Bu yüzden her sevişmede, sevişmemizde; uzun uzun dokunmak isterim. Bilgeleşir parmak uçlarım. Bir uçtan bir uca yürürüm bana sunulan ülkeyi. Sunulana ortak ederek yurdumu. Sindirmek isterim karşımdaki teni, yedirmek tenime. Sen ise en kestirme yolları seçer, bir şeyler kaçırırcasına, Et’ ini ödüllendirdiğini düşünürsün zafer çığlıkları içinde. Oysa her seferinde farklı nedenlerle biraz daha büyür yenilmek. Sen Et’ ini sıkılaştırırken, benim tenim sökülür.

Tenim eksik kalır o gecelerde. Ki senle, senin o sığ doyumsuzluğunla tamamlanması mümkün değildir. Eğreti soluyuşlarına ortak olmamak adına gözlerimi sıka sıka kapatırım, sevişmek sandığın yıkımlarda. Dışarı en ufak bir şey sızdırmak istemez gözlerim.

Susarım. Türlü türlü hıçkırıklara boğulur ağlarım. Acımın bir gün farkına varılmasını beklemektir bu.

Neden mi?

Çok önceleri bana anlattığın öyküne inanmış, kaptırmıştım kendimi. Tutunmaya ihtiyacım vardı benim de. En az senin kadar. Herkes gibi ve herkes kadar. Yalnızdım. Her yalnız insan kadar tehlikeli ve bir o kadar çaresizdim. Yalnızlık kanmayı çoğaltırdı çünkü.

Şimdi ne zaman sevişsek, sadece sana ait finalde, yani zafer çığlıkları attığın o an, anlattığın öyküde geçen şu cümle çınlar kulaklarımda:

“İnsan, başka bir insana ulaştığını sandığında bir çıkmaz sokakta bulur kendini.”

kimsesizlik gecesi… altı haziran. kim bilir geçmişin neresine dair.

007

Bir gün bu odadan arkama bakmaksızın çıkıp, bir daha da geri dönmeyeceğim. Hiçbir şeye dokunmayacağım. Öylece yerli yerinde kalacak her şey. Kitaplarım, filmlerim, özenle listelediğim şarkı listelerim, kalemlerim, yazdıklarım, her biri bir anın sembolü olan biblolar, yansımaları bana taşıyan aynalar… Ama durun, aynaların sağlam kalacağı garantisini vermiyorum, veremiyorum. İnsan bir yerden dönmemek üzere çıkıp giderken bir şeyleri kırmalı değil mi? Kırılmaya müsait aklıma gelen ilk şey aynalar oldu. Nedir bu aynalardan alıp veremediği insanın. Ama bir iz bırakmalı mutlaka, birilerinin bir gün anımsayacağı bir iz!

Aklım takvimlerden de uzağını görüyor şu günler. Sürekli bir gelecek muhasebesi yapıyor olmak insanı epey bir boğuyor anlayacağınız. Tepkilerim büyüyor, hırçınlığım kontrol edilemez noktalarda. Bir şeylerin canını alasım var, bu neden ben olmayayım diye düşünüyorum. Hızla köreliyorum. Bu körelmenin sonucunda bozulan sinirlerime hakim olamamak beni korkutuyor. Hiç olmadık birilerine de patlamak var. Patlamak ve can yakmak. Ama hayatım boyunca haksız davranmak istemedim kimseye, haksızlık etmek istemem yine. Giderayak birilerine bulaşmak ve bulaştığım şeyi de kendimle beraber taşımak sonsuzluğa.

Bir bir uzaklaşıyorum şimdi her şeyden ve herkesten. Bir koruma iç güdüsü olmalı bu. Bundan yanıtsız bırakıyorum bir çoğunuzu, ağır ağır çekiliyorum sahneden. Kim bilir bu çekilişi sizler nasıl değerlendiriyor, ne gibi anlamlar veriyorsunuz. Ama son sahnede bunun neden yapıldığını birkaçınızın rahatlıkla anlayabileceğini biliyorum. Çok şey yaşadık sizlerle, çok emeğimiz geçti birbirimize. Bunu anlamanız zor olmasa gerek.

Kendime yetmiyorum!

Kendime.

Kendi.

Önlem alma zamanını geçirmiş her insan gibi, sürekli geçmişe dönüyor olmak, orada bir ipucu bulacağımı sanmak korkunç komik biliyorum. Her kitap bir kez yazılır, her film bir kez çevrilir. Seyrettiğiniz bir filmi başa alıp, anlayamadığınız yerleri tekrar izleyip anlama şansınız vardır, ancak olayların seyrine müdahale edemezsiniz. O film hoşunuza gitmese de, aynı finalle sonlanır.

Peki ne yapmalı? Bu gece arkamdaki duvara asılı duran aynayı kırarak mı başlamalıyım adımlarımı hızlandırmaya. Yoksa tahtadan adama mı sarmalıyım? İçimde biriken isimsiz kaybedişlere bir faydası yok bunun biliyorum.

Dur diyorum.

Dur.

yirmi üç haziran gecesi… yorgun bir uykuya varmadan hemen öncesi.

006

Sokağın başındaki karartıyı O sanmış, günlerdir beklediği anla yüz yüze geldiğini hissetmenin vermiş olduğu heyecanla koşmaya başlamıştı. Yağmurun kayganlaştırdığı kaldırımlarda soluk soluğa koşarken adımlarının yere bastığından bile emin değildi. Aklını yitirmişcesine, ayaklarını kasıkları yırtılırcasına aça aça koştururken bir anda durdu.

Durdu.

Sokak lambalarından gelişi güzel dağılan ışıkla parlayan asfalt uzunca uzamaktaydı bakışlarının yönünde. Önünü göremiyordu giriş yaptığı gecenin. Önünde bir yerlere yetişme telaşında olan Kadın ölgün yansımaların içinde akıp gidiyordu. Sokakta, Kadın’ın ayak seslerinden ve kendi soluğundan başka hiçbir hareket belirtisi olmadığının farkına vardı. Bu onu az da olsa rahatlattı. Kendini cesaretlenmiş hissediyordu. Kendine gelip, soluğunu düzenledikten sonra Kadın’a her şeyi kısaca özetleyebilirdi. Yüreğinden oluk oluk taşan, aklını, dünyasını esir alan bu özeti Kadın’a aktarmak için bundan daha uygun bir zaman olamayacağını düşündü. Sonuç almak bazı belirsizlikleri dindirirdi. Ve onun böyle bir sonuca olumlu ya da olumsuz ihtiyacı vardı.

Kadın’ı ilk ve son kez gördüğü o günden bu geceye, geceler kendisi için kolay geçmiyordu. O uzun, onlarca parçaya bölündüğü gecelerde Kadın’ın uzun saçları aklına gelir, o saçlara dokunmanın düşünde elleri yorgun düşerdi. Ki yüzü… Kadın’ın yüzü yaratılmaktan öte çizilmişti sanki. Buna inandı hep. Bir yüzün bu kadar kusursuz oluşu başka neyle açıklanabilirdi. Alnına dökülen saçları, siyah kirpiklerinin ve kaşlarının gözleriyle olan uyumu. Dudaklarının dolgun diriliği. Nasıl gülmüştü alış veriş merkezindeki kasiyer kıza. Sıradan birine karşılıksızca sunulan bu gülüşün uzantılarını hayal edip durdu. Onu bir an olsun gözlerinin önünden düşürebilse, kendi gerçekliklerine dönecek, zamanla başka birilerine başka anlamlar yükleyip kendini avutacaktı. Yapamamıştı. Kaçamamış ve kaosun sonsuz incelikleri içinde derinleşmekten kendini alamamıştı.

Kim olduğunu bilmediği, sesini bir kez olsun duymadığı bu Kadın’ın büyüsüne kapılmış ve çevresindeki insanlara ve işine dair iyice yabancılaşmıştı. Uykusuz gecelerinde aynanın karşısında durup sıkılmadan tekrar tekrar karşılaşacağı anın provasını yapıyor, kendine güldüğü zamanlar olmasına rağmen vazgeçmiyor, umudunu daha bir kuruyordu kendi yalnızlığında. Aynanın önünde, farklı farklı ses tonlarında yaptığı onca konuşmanın hangisinin bu geceye uygun olup olmadığını yokladı dağınık düşüncelerinde. Hata yapmamalıydı çünkü bu ilk ve son şansı olabilirdi. Aralarındaki mesafede birkaç adımdı artık. Adımlarını daha bir sıklaştırdığında hedefe kilitlendiğini hissetti. Artık vazgeçemezdi. Herkesin bir an’ı vardı. Onun ki şüphesiz ve kaçınılmaz buydu.

Derin bir nefes çekti gecenin serin ve taze göğünden. Kendinden en emin ses tonuyla kadına bir adım kala seslendi:

- Affedersiniz.

Kadın ince bir tedirginlikle dönüp: “Buyurun” dedi.

- Ateşiniz var mı.

005

Sanki birkaç nota eksikti beni öpüşünde. Kim bilir kimlerde unutulmuştu, hangi kaybedişlerin açılımında kullanılıyordu o notalar. Bunu sezmemle geri çekildim, ritme yabancılığım da bundandı. Bağışla der gibi uzaklaşmıştım açlığından. Senin için ben O değildim. Onlar olamayacak kadar gerçektim.

Bu ritim bozukluğu senin açından, ilk oluşla açıklanabilir gibi görünse de, karanlığa gömülü o havasız salaş barda, derinlemesine yüzüme baktığında anlamıştım bunu. Ama sebepsizce geldim ya da sürüklendim. Hani gırtlağın patlayasıya sesini yükseltip, hatta sesini kalınlaştırıp o şarkıyı söylediğinde, o şarkının hayatımda attığım her adımın fonunda asılı durduğunu, o şarkıyı ne kadar sevdiğimi bilmiyordun. Bu muydu sebebim? Şu an burada oluşumu kendime bile açık açık itiraf edemiyorken, sebepler aramanın, geceye sıkışmanın ne anlamı var.

Adını bile sormadığım, aynı gece içinde dalgalandığım kadının yanından doğrulup, kuruyan boğazımı ıslatmak isteğiyle ortalarda içecek bir şey aranırken, sehpanın üzerine dizilmiş kitaplar dikkatimi çekti. Kitaplara yöneldim. Ve neyle karşılaşacağımı bilmeksizin aralarından birini çektim. O an farklı renklere boyanmış oda duvarlarının inanılmaz bir hızla etrafımda dönmeye başladığını hissettim. Elimde en sevdiğim kitabım! Ve kitabın ön kapağında, hangi gecelere ait olduğunu bilmediğim birkaç renkte onlarca dudak izi. Kaybolduğunu sandığım, eksik notaların hepsi ellerimin arasındaydı o an. Ön yargılarımın mahcubiyetiyle dönüp son kez kadının yüzüne baktım. Hiçbir şiirimi ezbere bilmeyen ben ilk kez gördüğüm bu yüzü ezberlemenin telaşındaydım.

En sevdiğim şarkı!

En sevdiğim kitabım!

Gece benim adıma iyice daralmış, bütün tesadüflerin yeniği olarak artık gitme vaktimin geldiğini anlamıştım. Ama bir iz bırakmalıydım. Günün birinde izi sürülecek bir iz.

Sehpanın köşesinde duran kaleme uzanıp ilk sayfayı açtım ve şu notu düştüm:

“İçinden kaça kadar sayabilirsin beni beklerken.”

mektup

Çay kesmedi. Bir kahve yaptım kendime inanılmaz sert. Simsiyah, kapkara bir şey işte. Sana da yaptım bir fincan Sevil. Karşılıklı oturup içeceğiz. Balkonda otururken yudumlanacak o kahveler ve sen bana bakarken bana inanmayı öğreneceksin, sonra bana güvenmeyi.

Anlatmaya başladığım her an bu hikayelerin nedenlerini anlayacak kadar tanıyacaksın beni. Her başladığım cümleyi sen bitireceksin içinden ama ben senin beni anladığını bilerek anlatmaya devam edeceğim. Susmam başka bir şeye benzeyecek karşılıklı o balkonda otururken. Ve bir dostluk böyle büyüyüp kök salacak tarihin yırtık sayfalarında.

Hiç kimseye gidesim yok. Kime gitsem karşılamaz beni zaten. Kime gitsem tamamlanmam ben bu hallerimle. Kendi yalnızlığımı sevmeye de alıştım zamanla. Büyülü sözleri bıraktım epeydir dilime sürmüyorum. Verilen sözler alınan sözler derken kısalıyor her şeyin ömrü. Oysa susarak anlatmak ne güzeldir içindeki cehennemi. Ve anlaşıldığını görmek bir tebessümde.

Sen güzel gülüyorsundur Sevil. Nerden mi biliyorum? Acıya ve yalnızlığa alışık insanların güzel güldüğünü kendimden bilirim de ondan. Çünkü onlar için gülmek çok derinlerinde ki bir parıldayıştır.

Yıldızlardan kopalım bu gece. Hiçbir şeyin yörüngesinde kalmayalım. Delibozuk anlatalım. Anlatmaktan yorgun düşsün dilimiz. Dilimiz düşsün hatta. Nedir bu akşam saatlerinde yazma azmim? Daha gece bile olmadı, daha karanlık da çökmedi mumlar da yakılmadı. Ama içim kusacak kadar birikmiş. İnsanlar nerdesiniz? İnsanlar kimsiniz benim bu cinnete yaklaşan yalnızlığımda. Neler oluyor bilseniz. Kimler kimleri öldürüyor böyle gecelerde içinde. Hangi bedenler parçalanıyor ağlamaktan ve terk edilmekten. Kimse kimseyi anlamak için dayanmıyor kapılara artık. Herkes bir şeylerin peşinde. İşporta tezgahlarına benziyor sokaklar, uzun upuzun işporta tezgahlarına. Ve yüzüm ağrıyor ve gözlerim ağrıyor, tam da şu an aslında çok eskiden bir şiirimde demiş olduğum gibi “aklım ağrıyor” Sevil.

Biliyorum hem de çok iyi biliyorum. Ben kendim olmanın kurbanıyım. Kendi peşimden koştum hep, yarık ruhumun peşinden koşmaktan tükendim, ağladım, kırıldım. Ama her şeye rağmen yaşadım diyebiliyorum. Kendim gibi yaşadım. Kendim olmak için yaşadım. Kimseye benzemek istemedim. Kendime benzemediğim zamanlarda oldu ama o kadarının kimseye bir zararı yoktu. Sadece yürüyordum kendi adımlarıma dualar ve şarkılar okuyarak. Şimdi albümlerde o yüzler, şimdi albümlerde hüzün ve yokoluş.

Devam buradan. Buradan devam. Burası neresi Sevil? Bu dünya bu sokaklar bu ülke neresi. Neyi ifade ediyor bize kaybedişler neden böyle erken tüketiyoruz sevinci ve aşkı. Bir yerlerde bir şeyler var doğru olmayan. Doğru olmayan ne çok şey var aslında durup baktığında. Durup baktığında gördüğün ve gördüklerinle kafayı yemek üzere olduğun ne çok çirkin şey var.

Yorgunum, sular da yorgun be. Nicedir akmıyorlar geceme şöyle oluk oluk ve ben kendi sessizliğimle ıslanıp kalıyorum öyle bir başıma. Bu mu gerçekten yalnızlık denilen o kuyu. Bu gözler benim mi o kuyunun dibinden gökyüzüne bakan. Bu eller, sesim benim mi Sevil. Bu satırlar neden bunca birikmiş içime ve ben neden kimseye anlatmamışım yüzyıllık sancılarımı?

Anlatmak çözülmek midir bir başka hayatın önünde. Anlatmak soyunmak mıdır söylesene? Yeniden bir sigara koyuyorum dudaklarımın arasına. Kahve ve sigara ve kelimeler. Sende oradasın. Kendi hayatının içinde başka bir hayatı yaşar gibi!

Anlatmak diyordum. Anlatıyorum sanırım orada yüzündeki ifadeyi merak ediyorum. Belki günlerce şiirlerini okuduğun o adam seni karşısına almış içindekileri döküyor. İnsanlara kızar gibi yapıyor. Evet onlara kızar gibi yapıyorum Sevil. Çünkü onlara gerçekten kızamıyorum bu kadar yorgun ve bitkinken. Onları anlıyorum lanet olsun ki onları anlıyorum. Gülüşlerini, ezber aşklarını, sonuna kadar gidemedikleri hayatları, kaçışlarını, saklanışlarını anlıyorum. Anlamak nasıl bir beladır Sevil? Anlatmak nasıl bir özlemdir? Oysa çevremde ağzını ve kulaklarını açmış bir şey dememi bekleyen onca insan varken şimdi neden buradan bu akşam çıldırmış gibi seni karşıma almışım?

Sorular berbat birer cevaba sahiptir bazen. Ama bu sorular seni korkutmamalı, neler oluyor diye düşünmemeli Sevil. Seyit içini döküyor içine belki de yüzünün ortasına. İçim ağır gelebilir bazen. Ama zamanla alışırsın dilime ve içtenliğime. Bir insan bulduğumda, gerçek anlamda bir insan, nasıl da delirip anlattığımı anlarsın ve o zaman ne kaygıların olur ne de soruların. Ki kaygılarını yok ettiğimizde başlayacak asıl yolculuğumuz.

Ah yolculuklar ve yollar ne güzeldir insanın kendini başka bir iklime sürmesi. Gittiği o iklime kendini yakıştırıp, alışması. Yollar insanın tıkanmış kanallarını açar diye düşünürüm hep. Bir yolculuğun insanın sorularına cevaplar verdiği bile olur. Ama yola kulak vermek gerek, yolu dinlemek sıkılmadan ve bıkmadan. Yol anlatır ama herkes duyamaz.

Odamın duvarlarına sinmiş sesleri düşündüm bir ara. Hiç silinmeyen kimisine kulak kabarttım. İlk halleri gibi tınıları ve tonları. Ve duvarlar konuştukça daha bir susuyor insan. Duymak önemli diyorum Sevil. Duyamıyorsak eksiğizdir. Bakıp da görememek gibi düşün. Duymak için dinlemek, görmek için bakmak!

Şimdilik bu kadar. Parmak uçlarımı nasıl vurduysam klavyenin üzerindeki tuşlara acımışlar.

Hep güzel kalman dileklerimle Sevil.

21 Ekim 2011 Cuma

004

nazik ve ölçülü sortilerle
ruhuma dokunup kaçan inatçı ve katil
bir kelebektin sen

003

işlediğim bütün suçların ortağısınız!