31 Ocak 2012 Salı

059

alkolün uyuşturduğu bir zaman tünelinde
içmek için tonla sebep dururken hazırda
kelebeklerin kaderine kederlenip içiyorduk
dursak küfürlenecekti dilimiz

rüzgârın mor uğultuları dalgalanırken kıyılarımıza
karanlıktı civar bütün pencereler
tek bir yaşam belirtisi görsek vazgeçecektik hüzne tırmanmaktan
bakmayı öğretiyordu sessizlik, baktık

baktık ve daraldı aramızdaki mesafe, kimsesiz bir boşluk
tam şurası
adı yok
konulur elbet
sebepsiz sanılsa da bazı konukluklar

küçücük bir tereddüt bile zaman kaybıydı ve biz
kırılmış şeylere yakışırdık oldum olası, yakıştık
gidilen ve gelinen yolların kokusu sinmiş aklımızla
göze aldık umutlanmayı

kara kirpiklerin diklenince işaret eder gibi yolları
aklından geçen şehirleri yağmaladım,
çünkü gitme

kanımızla yazdık soluğumuzla sildik acıyı
sonra bir şarkıya tutunduk ve ağladık

( ne bir tarih düşmüşüm ne de bir isim verebilmişim. notlarımın arasında öylece kalmış. artık burada durmasında bir sakınca yok gibime geldi ve "arsız fareler evreni"ne düşülmüş bir not olarak yaşamına devam edecek bu şiir.)

28 Ocak 2012 Cumartesi

058

şizofreninin yalnızlığa iyi geldiğini düşünüyorum. yaratıcılıktaki payı da gözden kaçmamalı bence.

26 Ocak 2012 Perşembe

057

...

yırtılsa diyorum, kimse geçmese gecenin koridorlarından
yağmur zamanında başlasa
yağmur sadece senin saçlarına başlasa
hüzün, esmer bir dua dudaklarımda okudukça azaldığım
ama azalıyorsak kendimizde
ve işkence uzuyorsa bahar yakındır sanıyorum, sanıyorum
...

(kuşku notları II' den bir bölüm)

24 Ocak 2012 Salı

056

Bir kez daha üzgünüm ama daha önce hiç üzülmemişçesine, daha öncekilerden beter mi beter. Bağışla uykularını seçemiyor insan.
Rüyamda seni gördüğüm o an’a öylesine kaptırmış ve inandırmışım ki kendimi sanki uyandığımda da yanımda olacağını düşünmüştüm. Sarsılarak uyandım. Saatin kaç olduğundan haberim dahi yoktu. Saatlerimiz Rıfkı’nın hazin ve korkunç yaratıcı intiharından sonra hastane yönetimi tarafından toplatılmıştı.
Zifiri bir sessizlik hakim koğuşta ve ben hangi yana, nereye bakacağımı bilmeksizin gözden geçiriyorum ortalığı. Buralarda bir yerdesin sanki ve bir an çıkıp, boynuma atlayıp sarılacaksın diye geçiriyorum içimden, aldanıyorum. Gerçekten rüyadaymışız, gerçeğe çok yakın bir rüyada. Neden uyanmıştım, rüyamda orada öylece seninle kalsaydım ya. Günlerce uyusaydım. Sen gidene kadar aralıksız ve soluksuz kalarak uysaydım sana. Ama artık çok geç, gecenin tenha avlusunda kendi us kuyuları tarafından kandırılmış biriyim. Bir zavallı. Bilirsin çabuk kanarım ben. Bağışla Sevgili, seni orada başkalarının uykularında yalnız bırakıp uyandığım için.

Rıfkı saat kaç gözüm?

Zaman insan için tehdit olduğunda bir kol saati ansızın bir suç aletine, bir delile dönüşebilir. Ayrıntılara girmek istemiyorum, az çok hepiniz Rıfkı’nın son dakikalarını tahmin edebilirsiniz sanırım.
İyi geceler dünya.
(.) nokta

055

Bir yere alışmak, o yerin suyunu içmekle başlar.

Bu cümleyle uyandım. Gördüğüm rüyaları hatırlamıyorken, bu cümlenin belirgince aklımın labirentlerinde bir çıkış yol arıyor olmasına şaşarak uyandım. Bir ağrı gibi, nedensiz bir ağrı gibi çınlıyordu kulaklarımda. Oysa hiçbir ağrı nedensiz değildir durup dinlediğinde.
Şimdi siz ne zamandır burada olduğumu merak ediyor olabilirsiniz. Çok doğal bir merak bu. Ama merakınızı giderecek tatmin edici bir cevabım olmayacak. Her ne kadar günlüğe tarih atıyor olsam da, burada geçen zamanı hesap etmek istemiyorum. Geçici olarak buralardayım. Bir gün yeniden aranıza karışacak ve yine bir kriz sonrası beni apar topar buraya kapatacaklar ya da buraya kapatılmayı ben isteyeceğim.
Düşündüğümde, burada kalmakla dışarıda olmak arasında çok ciddi bir fark yok benim açımdan. Ancak dışarıda olmayı özlüyorum ama dışarıda geçirdiğim günlerde burayı özlediğimi hiç hatırlamıyorum.
Hayatın içinde olmak! İnanın burada da bir hayat var. İnsan nerede olursa olsun hayatın içindedir. Aslolan yaşamak değil midir? Bu yüzden hayatın içinde olmak yerine dışarıda olmak demenin doğru bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum.
Sıradan bir gün yine. Herkes haplanmış ve dingin. Bahçede bana tahsis edildiğinden adım kadar emin olduğum banktan izliyorum halkımı. Hepsi kendi halinde bir şeyle uğraşıyor. Yürüyenler, kendilerine gömülüp gökyüzünü izleyenler, okuyanlar, birbiriyle sohbet edenler, dama oynayanlar. Ya ben, …
Kendi sonsuz yalnızlığıma çekilmiş susarak yeni bir alfabenin inşası içindeyim. Konuşmanın bile bir süre sonra insanı kirlettiğini düşünüyorum (bazen). Kendimizi birilerine anlatma telaşının bizi yeni oyunlara sürüklediğini iddia ediyorum. Sanki herkes bizim gibi düşünmeli ya da hissetmeli. Düşüncelerimizi veya duygularımızı başkalarıyla paylaşmak yerine, onları karşımızdaki insanlar üzerinde bir baskı aracı olarak kullanıyoruz çoğu zaman. Dönem dönem kendisine bile katlanamayanlar, kendilerine benzer yaratıklar yaratma çabasını neden güderler ki? Yine çenem düşütü, yine…
Bu günlük bu kadar. Gece bir şeyler yazasım gelirse yine uğrarım.
(.) nokta

054

Sessiz bir gündü. Herkes kendi ‘normalini’ yaşadı bu gün. Normal?
Sakin bir gece, sanki bütün her yer, herkes uyuyor. Uzakta birkaç ışık var sadece. Burası hayatın çok dışında kalan, dört blok ve on iki koğuştan oluşan uzayın en ücra köşesine kurulmuş bir galaksi. Dünyaya seslensek kimseye bir şey duyuramayız, duyursak da çok önemsenmez. Önemsense bile sanırım bizler bunu anlayamayız. Anlasak da çok bir şey değişmez.
Şimdi belki de siz, bu satırları okuyan sizler benim deli olup olmadığımı düşünüyorsunuz. Ya da akıllı olup olmadığımı. Ne fark eder ki? Neresinden bakarsanız bakın, hangi soruyu denerseniz deneyin kırıcı olabilir. Okumaya devam edin benim ‘ne’ olduğumu düşünmeksizin. Ama bir delinin ‘akıl dolu’ daha doğrusu mantıklı şu satırlarını okurken sakın kendinizle ilgili sorular sormayın ve aklınızdan şüphe etmeyin. Çünkü bu korkunç komik olabilir. Neyse geceye dönelim. Zaten çok fazla da kalmayı düşünmüyorum aranızda. İşlerim var.
Evet işlerim var. Başucumda duran minik tabletimi yarım bardak suyla içip, çoraplarımı çıkartacak, katlayarak yastığımın altına koyacağım. Sonrasında terliklerimi düzgünce yatağın ortasına hizalayacağım. Çünkü böylelikle sabah bulması kolay oluyor. Sonra da battaniyemi üzerime çekip, “ayağını yorganına göre uzat” deyişini mırıldanarak kendime bir uyku aranacağım. En zoru da bu aslına bakarsanız. Her gece kuralına uygun bir uyku bulup rahatça uyumak. Bu beni çok yoruyor. Yastığa başımı koyduğumda olası göreceğim rüyaları düşünürken bitkin düşmek. Ama bilirsiniz rüyalarımızı seçmemiz mümkün değil. Ne çıkarsa bahtına gibi bir durum bu.
Az kalsın unutuyordum. Bu gün Sab(r)i bir şiirini bitirmiş. Akşam yemeğinden sonra yemekhanede okudu. Onu da paylaşayım sizinle. Sab(r)i’ den daha sonra bahsederim size.
(.) nokta



şey

şey’e

biz bir şeyiz
belki lüzumundan fazla

evet biz bir şeyiz
bütün o anlamsız gürültülü şeylerin arasında
avuçlanacak bir şey işte, ...

ellerimiz mesela bir şey
gözlerimiz birbirine değdiğinde başka bir şey
dudaklarımız, en çok da dudaklarımız, …

biz bir şey’sek ki bir şeyiz
o şey içinde olanca şey' leşelim.

sab®i

053

Hüznü bahçeye yakın boyası dökük gri duvara yaslanmış gürül gürül ağlıyordu. Onu onca ay sonra ilk kez böyle görüyordum. Abartmıyorum hiç, çömeldiği yerde minik minik gözyaşı gölleri oluşmuştu. Hıçkırığında panik ve korku yankılanıyordu. Birkaç hasta bakıcı Hüznü’ nün üzerine eğilmiş bir şeyler anlatarak onu sakinleştirmeye çalışıyordu.
Buralar hep böyledir aslında. Her gün buna benzer olaylar yaşanır, içimizden biri kendisini kaybeder ortalığı savaş alanına çevirir. Ama Hüznü iki koğuşun bulunduğu bu bloktaki en sessiz arkadaştı. Arkadaştı…
Akıl sağlığını ya da en basit deyimiyle aklını yitirmiş bu insanların arasındaki ilişki nasıl oluyor da arkadaşlık olarak niteleniyor. Kusura bakmayın bu benim akılsızlığım oldu. Unutmayın ben de onlardan biriyim.
Hüznü’ nün hıçkırıkları biraz da olsa dinmiş gibiydi. İçini çeke çeke bir şeyler demeye çalışıyordu. Fakat bahçenin diğer kıyısında, güneşin tadını çıkartmaya çalışan bizlere yani diğerlerine, söyledikleri net olarak ulaşmıyordu. Anlamıyorduk, anlayamıyorduk.
Bir bakıcı diğer bakıcıların el kol işaretleri üzerine koşarak içeri girdi ve kısa bir süre sonra yeniden olay yerine dönerek Hüznü nün eline bir şeyler tutuşturdu.
Yavaşça oturduğum yerden doğruldum ve olay yerine doğru adımlamaya başladım. Hasta bakıcılardan biri gerekli mesafeyi aşmamam için bana doğru yönelerek seslendi. Durdum. Birkaç metre ötelerindeydim ve artık Hüznü’ yü rahatça duyuyordum.
Hüznü “kaybettim, düşürdüm, ben hapı yuttum” diyordu sadece. Ve bunu öylesine hızlı tekrarlıyordu ki ister istemez hayati bir sorun olduğunu düşünüyordunuz. Düşünüyordunuz! Kısa bir süre sonra bakıcıların yardımıyla Hüznü iyice sakinleşmiş ve rahatlamıştı. Koca bir şişe suyu birkaç saniyede oturduğu yerde bitirdi. Ayakları üzerinde bizlere doğru dönerek güçlükle dikeldi, işaret ve başparmağı arasına sıkıştırdığı pembemsi küçük ilacını bir kupa gibi havaya kaldırdı.
(.) nokta



not: bazı karalamaları da bu bloguma taşımayı düşündüğümden birkaç yazıyı buraya düşüyorum.

23 Ocak 2012 Pazartesi

052

dediğim gibi yaptım ve iş çıkışı gidip bahsettiğim türden bir yüzük aldım. sol elimin baş parmağına taktım.

ve hiç tereddüt etmeden adını "Marla" koydum.

Marla, karmakarışık bir yazgının kaosa doğru sürüklenmiş hali. gerçeğe dönüşme olasılığına sahip bir düş. yakın ve bir o kadar uzak.

şarkılar dinleyeceğim bu gece ya da çoğu zaman olduğu gibi tek bir şarkıda sabitlenecek ruhum.. aralıksız "rajaz'ı" dinleyeceğim. ta ki sen duyana kadar, duyup da kımıldayana kadar. nerede olduğunu düşüneceğim, nerede ve ne halde. düşünürken sen kokan bir kuyuya düşecek aklım. gökyüzüne çıkışı olmayan bir kuyuya. seninle ilgili sorular, seninle ilgili düşünceler ve düşler bir de ben olacağım orada. bir cevap bulana kadar yere eğik başımı kaldırmayacağım.

evet Marla,

"öp ya da öldür" de demiştim:

...

ölmeye bağırıyorum cansız kelimelerle
sağır kalabalıklar, duyulmuyor
hayat bu noktada seni terk ediyorum...

yine öyle bir gece. evet Marla, başka bir tercih yok. adın ki zaten bir ustura gibi bileklerimde turluyor. biliyorum yeri değil ama ne zaman bir yerim kanasa dudakların aklıma geliyor. kırmızı, kıpkırmızı dudakların. bana kin besleyen ve öfkesinden hiç vazgeçmeyen dudakların. ama öfke dediğinde aşkın bir uzantısı. bunu böyle anlamaya ve görmeye çalış.

çok uzayacak bu metin. ama benim her şeyi bir gecede anlatmak gibi bir niyetim yok. her şeyi bir gecede yazmam ne kadar olası ki? onca yıl seni bekleyen ben kalkıp bir gecede seni nasıl yazabilirim?

dediğim gibi yaptım ve iş çıkışı gidip bahsettiğim türden bir yüzük aldım. sol elimin baş parmağına taktım.

ve hiç tereddüt etmeden adını "Marla" koydum.

sadece bunu bil şimdilik.

22 Ocak 2012 Pazar

051

üzgünüm kimse sabahı beklemeyecek, üzgünüm Marla bile.

o zaman uyumanın yollarını aramak gerek. uykuya giden ince bir koridor bulunup sonuna kadar yürünmeli. yoksa bu gece beni sabaha taşımayacak.

evet ağırım biraz. aklımın kıvrımlarında çelikten hatıralar. karşımdaki duvara, aynanın önünde unuttuğun rujla yüzünü çizecek kadar yakınım sana. fakat soru şu ki: kırmızı bir rujla esmer tenini ve kara saçlarını nasıl resmedebilirim? yani anlayacağın renkleri hâlâ önemsiyorum.

renklere karşı olan hassasiyetimi bir kenara bırakıp, yüzünü duvara işlemek adına harekete geçtiğim o an önce sana bir yüz bulmamız gerektiğini düşünüyorum. bir yüz!

kirpikler, kaşlar, gözler, bir burun, bir çift kulak ve dudaklar. ve tüm bunların bir araya geldiğinde oluşacak bir ifade biçimi.ifadesiz bir yüz boş sokaklardan bile anlamsız gelir çünkü bana.

sanırım geceyi katlanılmaz kılan iki şey vardır. birincisi, sigarasız kalmak. ikincisi ise nerede olursa olsun düşünecek ya da düşleyecek birilerinin bulunmaması. yokluk ne zor şey Marla. evet biliyorum hatırlıyorsun, "yalnızlık da bir yoksulluktur" dediğim o sefil anı. kelimelerin hayatımdaki yerini ve etkilerini.

sensiz yaşayabileceğimi düşünmüştüm oysa, çünkü kelimeler vardı. onlarla kurulabilecek cümleler ve şiirler. sonra belki de çok sonra fark ettim. kelimeler birer yansımadan başka bir şey değildi. kımıltısızca uzayan şu gece, perdenin rüzgâra küslüğü saçlarının kokusunun anımsattığından eminim. rüzgârı tanımasam, saçlarını hiç görmemiş, saçlarına hiç dokunmamış olsam aslında her şey burada olduğu gibi bırakılabilir ve uykuya giden bir yol kolaylıkla bulunabilir. olmuyor işte. tam bir yol bulduğumu düşündüğüm o an seni anımsatan bir başka şeyle açıyorum gözlerimi. sonra bir sigara daha, sonra bir tane daha derken...

olacak gibi değil, en iyisi bir şiire oturmak sanırım. ve şarkılar eşliğinde kelimelerin beni becermesini, kapandığını düşündüğüm bütün yaralarımdan sıcacık kanımı sonuna kadar sağana dek sabaha yakınlaşmak. yani şimdi, şu an kelimelere emanet aklım.

unutma âşıktık ve şimdi yalnızsak bundan da utanma.

- sakar

usulca bıraktım yüreğimi masaya
üzerine döktü

ocak/2006

s.pelitli

050

şimdi adını bağırsam sen dahil kimse karşılamaz sesimi
bir yanımda sirenler
bir yanımda davetliler listesi ve ölüm haberleriyle kapanır karanlık perde

18 Ocak 2012 Çarşamba

049

hiçbir iddiamız kalmamışsa birbirimize dair, bu karanlıkta sevişmenin de bir anlamı yok.

düşmüşüz, belki de düşürülmüş.

inat etme, hadi yak ışıkları sabaha kadar oyalanacak başka şeyler keşfedelim.

en azından bu gece kırmayalım birbirimizi.

17 Ocak 2012 Salı

048

insan, kendi içinde karşıdan karşıya geçebilmeli.

1 Ocak 2012 Pazar

047

belki her şey daha çabuk eskir artık.