22 Ekim 2011 Cumartesi

006

Sokağın başındaki karartıyı O sanmış, günlerdir beklediği anla yüz yüze geldiğini hissetmenin vermiş olduğu heyecanla koşmaya başlamıştı. Yağmurun kayganlaştırdığı kaldırımlarda soluk soluğa koşarken adımlarının yere bastığından bile emin değildi. Aklını yitirmişcesine, ayaklarını kasıkları yırtılırcasına aça aça koştururken bir anda durdu.

Durdu.

Sokak lambalarından gelişi güzel dağılan ışıkla parlayan asfalt uzunca uzamaktaydı bakışlarının yönünde. Önünü göremiyordu giriş yaptığı gecenin. Önünde bir yerlere yetişme telaşında olan Kadın ölgün yansımaların içinde akıp gidiyordu. Sokakta, Kadın’ın ayak seslerinden ve kendi soluğundan başka hiçbir hareket belirtisi olmadığının farkına vardı. Bu onu az da olsa rahatlattı. Kendini cesaretlenmiş hissediyordu. Kendine gelip, soluğunu düzenledikten sonra Kadın’a her şeyi kısaca özetleyebilirdi. Yüreğinden oluk oluk taşan, aklını, dünyasını esir alan bu özeti Kadın’a aktarmak için bundan daha uygun bir zaman olamayacağını düşündü. Sonuç almak bazı belirsizlikleri dindirirdi. Ve onun böyle bir sonuca olumlu ya da olumsuz ihtiyacı vardı.

Kadın’ı ilk ve son kez gördüğü o günden bu geceye, geceler kendisi için kolay geçmiyordu. O uzun, onlarca parçaya bölündüğü gecelerde Kadın’ın uzun saçları aklına gelir, o saçlara dokunmanın düşünde elleri yorgun düşerdi. Ki yüzü… Kadın’ın yüzü yaratılmaktan öte çizilmişti sanki. Buna inandı hep. Bir yüzün bu kadar kusursuz oluşu başka neyle açıklanabilirdi. Alnına dökülen saçları, siyah kirpiklerinin ve kaşlarının gözleriyle olan uyumu. Dudaklarının dolgun diriliği. Nasıl gülmüştü alış veriş merkezindeki kasiyer kıza. Sıradan birine karşılıksızca sunulan bu gülüşün uzantılarını hayal edip durdu. Onu bir an olsun gözlerinin önünden düşürebilse, kendi gerçekliklerine dönecek, zamanla başka birilerine başka anlamlar yükleyip kendini avutacaktı. Yapamamıştı. Kaçamamış ve kaosun sonsuz incelikleri içinde derinleşmekten kendini alamamıştı.

Kim olduğunu bilmediği, sesini bir kez olsun duymadığı bu Kadın’ın büyüsüne kapılmış ve çevresindeki insanlara ve işine dair iyice yabancılaşmıştı. Uykusuz gecelerinde aynanın karşısında durup sıkılmadan tekrar tekrar karşılaşacağı anın provasını yapıyor, kendine güldüğü zamanlar olmasına rağmen vazgeçmiyor, umudunu daha bir kuruyordu kendi yalnızlığında. Aynanın önünde, farklı farklı ses tonlarında yaptığı onca konuşmanın hangisinin bu geceye uygun olup olmadığını yokladı dağınık düşüncelerinde. Hata yapmamalıydı çünkü bu ilk ve son şansı olabilirdi. Aralarındaki mesafede birkaç adımdı artık. Adımlarını daha bir sıklaştırdığında hedefe kilitlendiğini hissetti. Artık vazgeçemezdi. Herkesin bir an’ı vardı. Onun ki şüphesiz ve kaçınılmaz buydu.

Derin bir nefes çekti gecenin serin ve taze göğünden. Kendinden en emin ses tonuyla kadına bir adım kala seslendi:

- Affedersiniz.

Kadın ince bir tedirginlikle dönüp: “Buyurun” dedi.

- Ateşiniz var mı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder