22 Ekim 2011 Cumartesi

mektup

Çay kesmedi. Bir kahve yaptım kendime inanılmaz sert. Simsiyah, kapkara bir şey işte. Sana da yaptım bir fincan Sevil. Karşılıklı oturup içeceğiz. Balkonda otururken yudumlanacak o kahveler ve sen bana bakarken bana inanmayı öğreneceksin, sonra bana güvenmeyi.

Anlatmaya başladığım her an bu hikayelerin nedenlerini anlayacak kadar tanıyacaksın beni. Her başladığım cümleyi sen bitireceksin içinden ama ben senin beni anladığını bilerek anlatmaya devam edeceğim. Susmam başka bir şeye benzeyecek karşılıklı o balkonda otururken. Ve bir dostluk böyle büyüyüp kök salacak tarihin yırtık sayfalarında.

Hiç kimseye gidesim yok. Kime gitsem karşılamaz beni zaten. Kime gitsem tamamlanmam ben bu hallerimle. Kendi yalnızlığımı sevmeye de alıştım zamanla. Büyülü sözleri bıraktım epeydir dilime sürmüyorum. Verilen sözler alınan sözler derken kısalıyor her şeyin ömrü. Oysa susarak anlatmak ne güzeldir içindeki cehennemi. Ve anlaşıldığını görmek bir tebessümde.

Sen güzel gülüyorsundur Sevil. Nerden mi biliyorum? Acıya ve yalnızlığa alışık insanların güzel güldüğünü kendimden bilirim de ondan. Çünkü onlar için gülmek çok derinlerinde ki bir parıldayıştır.

Yıldızlardan kopalım bu gece. Hiçbir şeyin yörüngesinde kalmayalım. Delibozuk anlatalım. Anlatmaktan yorgun düşsün dilimiz. Dilimiz düşsün hatta. Nedir bu akşam saatlerinde yazma azmim? Daha gece bile olmadı, daha karanlık da çökmedi mumlar da yakılmadı. Ama içim kusacak kadar birikmiş. İnsanlar nerdesiniz? İnsanlar kimsiniz benim bu cinnete yaklaşan yalnızlığımda. Neler oluyor bilseniz. Kimler kimleri öldürüyor böyle gecelerde içinde. Hangi bedenler parçalanıyor ağlamaktan ve terk edilmekten. Kimse kimseyi anlamak için dayanmıyor kapılara artık. Herkes bir şeylerin peşinde. İşporta tezgahlarına benziyor sokaklar, uzun upuzun işporta tezgahlarına. Ve yüzüm ağrıyor ve gözlerim ağrıyor, tam da şu an aslında çok eskiden bir şiirimde demiş olduğum gibi “aklım ağrıyor” Sevil.

Biliyorum hem de çok iyi biliyorum. Ben kendim olmanın kurbanıyım. Kendi peşimden koştum hep, yarık ruhumun peşinden koşmaktan tükendim, ağladım, kırıldım. Ama her şeye rağmen yaşadım diyebiliyorum. Kendim gibi yaşadım. Kendim olmak için yaşadım. Kimseye benzemek istemedim. Kendime benzemediğim zamanlarda oldu ama o kadarının kimseye bir zararı yoktu. Sadece yürüyordum kendi adımlarıma dualar ve şarkılar okuyarak. Şimdi albümlerde o yüzler, şimdi albümlerde hüzün ve yokoluş.

Devam buradan. Buradan devam. Burası neresi Sevil? Bu dünya bu sokaklar bu ülke neresi. Neyi ifade ediyor bize kaybedişler neden böyle erken tüketiyoruz sevinci ve aşkı. Bir yerlerde bir şeyler var doğru olmayan. Doğru olmayan ne çok şey var aslında durup baktığında. Durup baktığında gördüğün ve gördüklerinle kafayı yemek üzere olduğun ne çok çirkin şey var.

Yorgunum, sular da yorgun be. Nicedir akmıyorlar geceme şöyle oluk oluk ve ben kendi sessizliğimle ıslanıp kalıyorum öyle bir başıma. Bu mu gerçekten yalnızlık denilen o kuyu. Bu gözler benim mi o kuyunun dibinden gökyüzüne bakan. Bu eller, sesim benim mi Sevil. Bu satırlar neden bunca birikmiş içime ve ben neden kimseye anlatmamışım yüzyıllık sancılarımı?

Anlatmak çözülmek midir bir başka hayatın önünde. Anlatmak soyunmak mıdır söylesene? Yeniden bir sigara koyuyorum dudaklarımın arasına. Kahve ve sigara ve kelimeler. Sende oradasın. Kendi hayatının içinde başka bir hayatı yaşar gibi!

Anlatmak diyordum. Anlatıyorum sanırım orada yüzündeki ifadeyi merak ediyorum. Belki günlerce şiirlerini okuduğun o adam seni karşısına almış içindekileri döküyor. İnsanlara kızar gibi yapıyor. Evet onlara kızar gibi yapıyorum Sevil. Çünkü onlara gerçekten kızamıyorum bu kadar yorgun ve bitkinken. Onları anlıyorum lanet olsun ki onları anlıyorum. Gülüşlerini, ezber aşklarını, sonuna kadar gidemedikleri hayatları, kaçışlarını, saklanışlarını anlıyorum. Anlamak nasıl bir beladır Sevil? Anlatmak nasıl bir özlemdir? Oysa çevremde ağzını ve kulaklarını açmış bir şey dememi bekleyen onca insan varken şimdi neden buradan bu akşam çıldırmış gibi seni karşıma almışım?

Sorular berbat birer cevaba sahiptir bazen. Ama bu sorular seni korkutmamalı, neler oluyor diye düşünmemeli Sevil. Seyit içini döküyor içine belki de yüzünün ortasına. İçim ağır gelebilir bazen. Ama zamanla alışırsın dilime ve içtenliğime. Bir insan bulduğumda, gerçek anlamda bir insan, nasıl da delirip anlattığımı anlarsın ve o zaman ne kaygıların olur ne de soruların. Ki kaygılarını yok ettiğimizde başlayacak asıl yolculuğumuz.

Ah yolculuklar ve yollar ne güzeldir insanın kendini başka bir iklime sürmesi. Gittiği o iklime kendini yakıştırıp, alışması. Yollar insanın tıkanmış kanallarını açar diye düşünürüm hep. Bir yolculuğun insanın sorularına cevaplar verdiği bile olur. Ama yola kulak vermek gerek, yolu dinlemek sıkılmadan ve bıkmadan. Yol anlatır ama herkes duyamaz.

Odamın duvarlarına sinmiş sesleri düşündüm bir ara. Hiç silinmeyen kimisine kulak kabarttım. İlk halleri gibi tınıları ve tonları. Ve duvarlar konuştukça daha bir susuyor insan. Duymak önemli diyorum Sevil. Duyamıyorsak eksiğizdir. Bakıp da görememek gibi düşün. Duymak için dinlemek, görmek için bakmak!

Şimdilik bu kadar. Parmak uçlarımı nasıl vurduysam klavyenin üzerindeki tuşlara acımışlar.

Hep güzel kalman dileklerimle Sevil.

2 yorum:

  1. Geçmişe dönüp bakmak,aynada yüzümüze bakmaktan daha kolay.Her ne sebepten olursa olsun geçmiş yüzümüze üst üste giydirdiğimiz bir maske gibi
    her gün bir yenisi ekleniyor ve altta kalan maske lime lime avucumuza dökülürken o'na (ilk kişi/liğe)yama yapmak için geç kalıyoruz.
    Her şey gönlünce olsun şair.Yeni yaşın yaklaşırken bunu en içten şekilde diliyorum.
    Sevgilerimle.

    YanıtlaSil
  2. uzun bir aradan sonra merhaba diyorum öncelikle ve ardından iyi dileklerin için teşekkür ederim Nuran.

    bir aynaya uzun süre bakmakla, geçmişe dönüp bakmak arasında pek bir fark yok gibi durup düşündüğümde. bir tür zaman kaybı tüm bunlar.

    ne aynaları yamayabilir insan ne de aynaya düşmüş yüzünü.

    kabullenilmesi gereken tek şey şu Nuran:

    neysek O'yuz!

    YanıtlaSil