22 Ekim 2011 Cumartesi

005

Sanki birkaç nota eksikti beni öpüşünde. Kim bilir kimlerde unutulmuştu, hangi kaybedişlerin açılımında kullanılıyordu o notalar. Bunu sezmemle geri çekildim, ritme yabancılığım da bundandı. Bağışla der gibi uzaklaşmıştım açlığından. Senin için ben O değildim. Onlar olamayacak kadar gerçektim.

Bu ritim bozukluğu senin açından, ilk oluşla açıklanabilir gibi görünse de, karanlığa gömülü o havasız salaş barda, derinlemesine yüzüme baktığında anlamıştım bunu. Ama sebepsizce geldim ya da sürüklendim. Hani gırtlağın patlayasıya sesini yükseltip, hatta sesini kalınlaştırıp o şarkıyı söylediğinde, o şarkının hayatımda attığım her adımın fonunda asılı durduğunu, o şarkıyı ne kadar sevdiğimi bilmiyordun. Bu muydu sebebim? Şu an burada oluşumu kendime bile açık açık itiraf edemiyorken, sebepler aramanın, geceye sıkışmanın ne anlamı var.

Adını bile sormadığım, aynı gece içinde dalgalandığım kadının yanından doğrulup, kuruyan boğazımı ıslatmak isteğiyle ortalarda içecek bir şey aranırken, sehpanın üzerine dizilmiş kitaplar dikkatimi çekti. Kitaplara yöneldim. Ve neyle karşılaşacağımı bilmeksizin aralarından birini çektim. O an farklı renklere boyanmış oda duvarlarının inanılmaz bir hızla etrafımda dönmeye başladığını hissettim. Elimde en sevdiğim kitabım! Ve kitabın ön kapağında, hangi gecelere ait olduğunu bilmediğim birkaç renkte onlarca dudak izi. Kaybolduğunu sandığım, eksik notaların hepsi ellerimin arasındaydı o an. Ön yargılarımın mahcubiyetiyle dönüp son kez kadının yüzüne baktım. Hiçbir şiirimi ezbere bilmeyen ben ilk kez gördüğüm bu yüzü ezberlemenin telaşındaydım.

En sevdiğim şarkı!

En sevdiğim kitabım!

Gece benim adıma iyice daralmış, bütün tesadüflerin yeniği olarak artık gitme vaktimin geldiğini anlamıştım. Ama bir iz bırakmalıydım. Günün birinde izi sürülecek bir iz.

Sehpanın köşesinde duran kaleme uzanıp ilk sayfayı açtım ve şu notu düştüm:

“İçinden kaça kadar sayabilirsin beni beklerken.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder